BW-Haber Karlsruhe ,
İslam karşıtlığının altında Türk düşmanlığı var
Uluslararsı Bilgi ve Algı Temsilciliği, Dünya Barış Etkinliği kapsamında Almanya Barış Forumu düzenlendi. UID Karlsruhe Teşkilatı tarafından düznelenen etkinliğe; Karlsruhe Başkonsolosu Mahmut Niyazi Sezgin, UID Genel Başkanı Kenan Aslan, AK Parti Almanya Temsilcisi Zuhal Aksoy, UID Baden Bölge Başkanı Muhlis Alkan, MÜSİAD Karlsruhe Bölge Başkanı Kamil Manzak, Prof Dr Şaban Ali Düzgün, Prof Dr. Fatih Yayla Ayaz, Prof Dr. Asım Yapıcı, Almanya AK Parti Temsilcisi Av. Zuhal Aksoy, Prof Dr. Muhammet Özdemir, Hüseyin Kansu ve STK temsilcileri katıldı.
UID Karlsruhe Başkanı Fatih Azal’ın açılış konuşması ile başlayan programda, UID Baden Başkanı Muhlis Alkan İslam karşıtlığı konusunda bir konuşma yaptı. MÜSİAD Karlsruhe Şube Başkanı Kamil Manzak’ın konuşmasının ardından Karlsruhe Başkonsolosu Mahmut Niyazi Sezgin konuşmasında ‘İslamofobi aslında birazda Türkofobi anlamına geliyor. Çünkü İslamı dünya genelinde büyük ölçüde Türk Milleti ve Türkiye temsil ediyor. Bu bizim iddiamız değil bunu biz söylemiyoruz. Dünyada ki genel algılayış bu şekilde. ‘ dedi.
UID Genel Başkanı Kenan Aslan yaptığı konuşmada Hollanda’da uğradığı İslam düşmanlığı kaynaklı ayrımcılık konusunda örnek verdi. Kenan Aslan İslam karşıtlığı ile mücadeleye devam edileceğini söyledi. Aslan, ‘Almanya çapında 166 bakıcı aile bulunuyor. Son aylarda Karlsruhe’de 30 bakıcı ailenin daha eklendiğini gördük. Bu büyük bir başarıdır. İnanıyorum ki gelecek sene Karlsruhe bölgesi bu aile sayısını 100 e çıkaracaktır. Başkan Muhlis Alkan ve ekibini tebrik ediyorum.’ dedi.
Prof Dr.Asım Yapıcı, konuşmasına fobiyi tanıtarak başladı. Yunan mitolojisinde Dehşet Tanrısı’nın adı olan Phobos’dan türetilen fobi, kişinin yaşamını olumsuz etkileyecek şekilde herhangi bir şeye karşı duyulan tedirginlik ve olağan dışı korkuyu ifade etmektedir. Bireye fazlaca rahatsızlık vermeye başlayan herhangi bir korku anksiyeteye dönüşürse fobi adını almaktadır.
İslamofobi kavramı Türkçe’ye İslâm karşıtlığı olarak çevrilmektedir, ancak bu basitçe bir İslâm karşıtlığı değildir. Irkçılık, yabancı düşmanlığı, ön yargı ve ayrımcılık gibi pek çok dışlayıcı tutumu içermektedir.
İslamofobinin Tarihsel Kökenleri
İslamofobinin tarihini ilk vahyin geliş dönemine kadar götürmek mümkündür. Zira ilk vahiyle birlikte “biz”, yani “Allah’a inananlar” ile “onlar”, yani “putperestler” ayrımı şekillenmeye başlamıştır. Bilişsel ve duyuşsal anlamda muhtevası vahiyle doldurulan bu ayrımla birlikte nev-i şahsına münhasır Müslüman kimliğinin oluşmaya başlamıştır. Allah, insan ve toplum algısı itibariyle Mekke döneminde Mekkeli müşriklerden farklılıklar vurgulanırken, Medine döneminde önce Yahudilerden daha sonra da Hıristiyanlardan ayrışma ve farklılaşma gerçekleşmiş, netice de spesifik bir Müslüman kimliği ortaya çıkmıştır.Bu noktada şu hususun altını önemle çizmek gerekir ki
kimlik sadece grubun kendisini nasıl algıladığı ile oluşmaz. Bununla birlikte diğer grupların onları nasıl algıladığı da önemlidir. Çünkü kimlik karşılıklı etkileşim içinde oluşur. Süreci, İslâmiyetin tarihsel gelişimi ve Müslüman kimliğinin oluşumu açısından değerlendirecek olursak, hem Mekke hem de Medine döneminin “biz” ve “onlar” bağlamında dinî-sosyal kimlikler arası gerilim ve Ön Yargı ve Ayrımcılık Bağlamında İslamofobi 12 çatışmaların psiko-sosyal, siyasal, ekonomik ve teolojik alt yapısını oluşturduğunu
söyleyebiliriz. İslâm ile edindikleri kimliğin kendilerine kazandırdığı yüksek moral ve sürekli başarının doğurduğu güvenle fetih hareketlerine girişen Müslümanlar başta Kudüs ve Filistin olmak üzere Anadolu ve İspanya’yı, yani Hıristiyanların topraklarını ele geçirince, bu gelişmeleri kimliklerine yönelik ağır bir tehdit olarak algılayan Hıristiyanlar, “dinsiz” ve “barbar” diye nitelendirdikleri
Müslümanlara karşı Haçlı Seferleri düzenleyerek mücadeleye girişmişlerdir. Müslümanlar Hıristiyan devletlere karşı zafer kazandıkça
Hıristiyan dünyasında İslâm’ın “şiddete dayalı” ve “sapık” bir din, Müslümanların da “zalim” ve “barbar” olduğu yönündeki ön yargılı kanaatler, özellikle papazların da kışkırtmasıyla son derece sertleşmiş ve on birinci yüzyılda Haçlı Seferleri ile zirveye ulaşmıştır
Prof. Dr. Şaban Ali Düzgün, Çağdaş dünyada İslamofobinin gittikçe zemin kazandığı söyleyerek konuşmasına şöyle devam etti; ‘ İslam her türlü mecrada medeniyete düşman ve terörle bağlantılı bir din olarak anılmaktadır. Bu tutumun yeni olmadığını tarihsel köklere sahip olduğunu biliyoruz. Bununla birlikte günümüzde yaşanan 11 Eylül benzeri bazı feci olaylar İslamofobiye yeni boyutlar kazandırmıştır. Bu olayların tetiklediği ilk refleks, bütün bu şiddetin kaynağı olarak Müslümanları değil, Kur’an’ı görmek şeklinde kendini ortaya koymuştur. Bu yaklaşımın yanlışlığından hareket ederek, meselenin İslam değil Müslümanların içinde bulunduğu kültürel, dinsel ve sosyopolitik şartların analiz edilmesiyle elde edilecek verilerin daha sağlıklı değerlendirmelerde bulunmayı mümkün kılacağını düşünüyoruz.
Başka bir ifadeyle tartışma teolojik bir zeminden antropolojik bir zemine kaydırılmalıdır. Müslümanlar tartışmasız kendileri dışındaki insanlarla barışçıl bir yaşam sürmek isterler. Ama dinlerine ve kutsal değerlerine yapılan hakaretler ve hak ihlalleri onları kendilerini savunma ve başkalarına tolerans gösterme gibi bir ikileme sürüklemektedir. Müslümanlara karşı biriktirilen öfke sebebiyle
İslamofobinin bir insan hakları meselesine dönüştüğünü söylemek gerekir. Meydana gelen her kötülüğü Müslümanlarla irtibatlı düşünmek bu ihlalin ilk şeklidir. Bu fobinin bir dereceye kadar haklı sebepleri olduğunu biliyoruz. Bu da bizi iki şeyi yapmaya yönlendirmelidir: İlk olarak bu fobinin kaynaklarını kurutmak, ikinci olarak da bunu kullanarak İslam’ı ve Müslümanları mahkûm etme stratejisi geliştirenlere karşı bir strateji geliştirmek gerek.’